19 Ocak 2014 Pazar

Ocak'ta Bahar Havası

Eskişehir'de dünden beri o kadar güzel bir hava var ki. Öğle saatlerinde 12 dereceye kadar çıkıyor. Salı günü hatta 16 derece olacakmış. Aslında bu mevsim için hiç normal değil fakat psikolojime şuan öyle iyi geliyor ki anlatamam. Yaşlandıkça kışlar dahada uzuyormuş gibi geliyor bana. Küçükken ise kış gelse de kar yağsa diye bakardık. Yarında sınavım olduğum için ne yazık ki çıkıp bu güzel havanın tadını çıkaramıyorum. Öbür taraftan da evde oturduğum halde derste çalışamıyorum. Sürekli gözlerim pencereye doğru kayıyor ve gökyüzündeki o harika mavi ve beyaz karışımında hayallere dalıp gidiyorum. Ama Allah'tan yarın ki son sınavım. Ondan sonra bir ay sömestr tatili var. Artık biraz evime biraz da kendime vakit ayırabileceğim İnşAllah.
Böyle havalarda temizlik yapmasını çok severim. :) Zaten haftalardır ödev yetiştireceğim, sınavlara çalışacağım derken evime hiç bakamadım. İnanın evime biri gelip evimdeki kaosu görecek diye ödüm kopuyor. :) Okuyunca böyle oluyor. Hadi çalışsam işten sonra işle ilgili yapacak bir görevim olmaz fakat öğrenci olunca ödevler oluyor, quizler oluyor, okul dışında da çalışmak gerekiyor. Böyle olunca da öncelikleri belirlemek gerekiyor. Allah'tan eşim hiç bir zaman bu evler niye böyle dağınık ve ya niye yemek yapmadın dediğini duymadım. Bazı kadınlar eşlerinden ev işlerinde daha yardım isterler fakat benim için eşimin bu konularda bana baskı yapmaması bile destek olarak yeterli. Artık yarından itibaren dip köşe temizliğe başlayabilirim. Bu bile heyecanlandırıyor beni. :) Hele birde geçen Tchibo'da bu hafta satışa çıkan temizlik ürünlerini görünce daha da temizlik yapasım geldi.

Buradan Tchibo'nun sayfasına ulaşabilirsiniz. Tchibo yaklaşık 1950 yıllarında Almanya'da kurulmuştur ve sattıkları harika kahvelerin yanında her hafta tema satışları oluyor. Ben Almanya'da yaşarken annemle hep heyecanla cuma gününü beklerdik bakalım bu hafta neler gelecek diye. Hala Almanya'ya gittiğim zamanlar çarşıya çıktığımızda Tchibo'ya girmeden dönmeyiz. Bu yüzden Eskişehir'deki Espark alışveriş merkezinde bulunmasına da bir o kadar sevinmiştim. Kahvelerini mutlaka öneririm. Bana göre en iyi kahveler orada bulunuyor. Ben en kuvvetli olan African Blue adındaki kahve çeşidini tercih ediyorum. Fakat şuan hamile olduğum için ne yazık ki kahve içemiyorum. :(

Bu günlük yazım birazcık kısa oldu çünkü yarın ki sınavım için birazcık daha çalışsam iyi olacak. :)

Bir şarkıyla veda etmek istiyorum:


18 Ocak 2014 Cumartesi

Merhaba Blogger Dünyası!

Yıllardır bir blog yazmayı düşündükten sonra artık bunu eyleme dökmeye karar verdim. Söz uçar yazı kalır demişler. Konuşmayı da çok severim ama bazen o kadar çok konuşuyorum ki kime ne anlattığımı bile unutuyorum. Bazen unutmam dediğim olayları unutabiliyorum. Bu yüzden artık bütün yaşadıklarımı yazıya dökmeye karar verdim.

Öncelikle kendimi tanıtmak istiyorum:
Adım Kübra, 31 Mayıs 1987'de Almanya'nın bence en şirin şehirlerinden olan Bamberg'de doğmuşum. 21 sene Fürh'de yaşadım. Ailem hala orada yaşıyor. Lisenin sonlarında bir yaz tatili sırasında eşimle tanıştım. O zamanlar yaşımın küçük olmasına ve aslında evliliğe hiç sıcak bakmayan biri olmama rağmen eşimi ilk gördüğümde aklımdan ilk geçen düşünce şuydu: "Çocuğumun böyle bir babaya sahip olmasını isterim." :) Bu düşünceyi algıladıktan sonra inanın bende çok şaşırmıştım. Fakat şimdi kaderle alakalı olduğunu daha iyi anladım. Karşına doğru kişi çıktığında buna benzer duygular ve düşünceler çıkabilmektedir.
Lise bittikten sonra bir yıl gönüllü olarak bir engelli bakım evinde çalıştım.
Sonra eşimle evlendik ve ben Türkiye'ye yerleştim. İlk senem o kadar zor geçti ki. Ailemden ilk defa bu kadar uzakta olmak beni depresyonlara sokmuştu. Ayrıca evlilik hayatına alışmak zaten başlı başlına zor bir süreç olması ve ek olarak yaşadığımız yerde akrabalarımız dışında kimseyi tanımamam işleri daha da zorlaştırmıştı. Ailem, arkadaşlarım ve yaşantılarımın hepsi Almanya'da kalmıştı. Ergenlik çağında da iki kültür arasında kalmanın getirdiği güçlüklerden dolayı kimliğimi zaten zor bulmuştum ve daha yeni bulduğum kimliğimi Türkiye'de yine kaybetmek üzereydim. Türk asıllı olduğum halde kültür şoku yaşamıştım.
Sadece ev kadını olmak benim için yeterli olmayacaktı. Almanya'da neredeyse çalışmayan kadın yoktur. Annemin 4 çocuğu varken bile çalışmaya gitmeye devam eden biri. Ben böyle bir kültür içinde büyüdüm. Türkiye'ye gelmeden önce nasıl olsa Almanca, İngilizce ve Fransızca biliyorum mutlaka bir yerlerde bunları kullanabilecek bir iş bulurum diye düşünmüştüm lakin hiç bir şey hayal ettiğim gibi olmadı. Evde boş boş oturmak ve hiçbir hedefim olmadan yaşamak hızla yaşama sevincimi kaybetmeme sebep olmuştu. Ve o zamanlar ne yazık ki eşimin varlığı dahi içimdeki boşluğu dolduramıyordu.
O sene bahar döneminin gelmesiyle içimde de bazı şeylerin yeniden filizlendiğini fark ettim. Aslında biraz çalıştıktan sonra anne olmayı planlamıştım ama öbür taraftan da hep erken anne olmak istemişimdir. Neden şimdi olmasın diye düşünmeye başladım. 22 yaşıma daha yeni girmiştim hamile kaldığımda. Çok heyecanlıydım ama bir o kadar da korkuyordum. Nasıl bir anne olacaktım acaba? Oğluma iyi bakabilecek miydim? Onu iyi eğitebilecek miydim? Hiç bir tecrübem yoktu. Bu devirde artık İnternet denilen bir şey var. Birazcık anne içi güdüsüyle ve birazcık da oradaki araştırmalarla oğlumuzu Allah'ıma şükürler olsun ki 4 yaşına getirebildik. Oğlum Kerem dünyaya geldikten sonra gerçekten yaşadığımı hissetmeye başlamıştım. Hala doğduktan sonra bana o kocaman gözleriyle bakışını unutmuyorum. 9 ay boyunca hayalini kurmuştum ve birbirimizi görmediğimiz halde aramızda çok sıkı bir bağ oluşmuştu. Oğlumla beni bağlayan sadece bunlar değildi. O da benim gibi yeniydi buralarda. Beraber öğrenecektik Türkiye'de yaşamayı. Her yeni şeyi beraber keşfedecektik...
Kerem 2 yaşına geldiğinde artık hayatıma bir yön vermem gerektiğini düşünmeye başladım. Yaşım 24 olmuştu ve ben hala bir mesleğe sahip değildim. Bu zamana kadar sadece bir sene Almanya'da çalışmışlığım vardı. Fakat o bir sene içinde çalışma yoğunluğuna göre çok az bir para yardımı aldığım halde hayatımda hiç olmadığım kadar huzurlu ve mutluydum. Engelli bireylere o zamana kadar herkes gibi çok üzülürdüm fakat işe başladığımda onlar bana yaşama sevincini öğretmişti. Şefim de benim çalışmalarımdan çok memnundu. Mutlaka bu branşta devam etmemi söylemişti. Almanya'da olsaydım Özel Eğitim bölümünü hangi üniversitede okuyacağımı bilirdim fakat Türkiye'de her şey farklıydı. Böyle bir bölümün varlığından bile haberim yoktu ya da daha doğrusu bazı kişilerden bu bölümü çok az üniversite sahip olduğun duymuştum. Biraz araştırmadan sonra en yakın Eskişehir'deki Anadolu Üniversitesinde böyle bir bölümün bulunduğunu öğrendim. Fakat Almanya'da aldığım diplomanın denkliğini almak o kadar zordu ki. Sorumlu yerlere gittik ve kimsenin bir şeyden haberi yoktu. Oradakilerine bir türlü derdimi anlatamıyordum. Bir yerden sonra artık eşim bütün bu işlerle ilgilenmeye başladı. O benden kesinlikle daha sabırlı biri ve Türkiye'deki durumları benden daha iyi biliyor. Aylar süren çabalardan sonra en sonunda denkliğimi kabul ederek Anadolu Üniversitesinin YÖS (Yabancı uyruklu Öğrenci Sınavı) sınavına kabul edilmiştim. O gün sanki sınavı kazanmış gibi sevinmiştim. Fakat denkliğimi sınava yakın verdikleri için sadece bir kaç ay çalışma fırsatım olmuştu. Bir taraftan bir de ehliyetimi yapıyordum ve eğer üniversiteyi kazanırsam Kerem'i anaokuluna vermem gerekeceği için birde ona tuvalet eğitimini vermeye çalışıyordum. Çok yoğun aylar geçirdim ancak her şey çok güzel sonuçlandı. Sınavı kazandım ve bir kaç hafta içinde Eskişehir'e taşındık.
Şuan Zihin Engelliler Öğretmenliği 2. sınıftayım. Hem anneliği hem de öğrenciliği bir arada nasıl yürütürüm ki dedim başlarda fakat bundan yana bir buçuk sene geçmiş. Artık bu tempoya alıştım sayılır. Şimdi birde 3 aylık hamileyim. İleride bütün bunları bir arada nasıl yürütürüm açıkçası daha tam olarak bilmiyorum...

Artık ilerleyen zamanlarda hep beraber göreceğiz. :)